Yaşam

Saat Kaç? 28 mi, 17 mi? – Günler 24 Saat Olmazsa Hayat Nasıl Değişir? 🕑🌗

Düşünsenize, sabah uyanıyorsunuz ve saate bakıyorsunuz: 07.30. Ama bir tuhaflık var. Gece 23.59 olmadı, hâlâ öğleden sonra yaşanıyor! Ya da daha fenası, gün birden erkenden bitmiş, akşam olmuş bile… Çünkü artık günler 24 saat değil! Kimi zaman 30, kimi zaman 8 saat. Bir gün NASA’dan gelen açıklamayla öğreniyoruz ki “Yer eksen değiştirip yeni bir rotaya girdi, artık günler 26 saat!” olmuş. Havalı duruyor ama gündelik hayat ne olur? Hazırsanız, zamanın büküldüğü bu eğlenceli evrende birlikte kaybolalım!

İlk etapta elbette “ohh ne güzel ya, 26 saat! Uykuya iki saat daha var demek!” diye düşünürsünüz. Ancak gerçek öyle işler mi hiç? Patron o iki saati uyumanız için bırakmaz, bir toplantı daha koymak için kullanmayı düşünür. Yani siz daha gözlerinizi yeni ovuşturmuşken sırtınıza yeni bir Zoom linki yüklenmiş olur.

Peki ya günler 8 saat olsaydı? Henüz kahvaltının ardından kahvenizin köpüğü inmemişken gün bitiyor! Sabah simidiyle akşam yemeği birleşip “simit kebabı”na dönüşür. Dışarda “günaydın” diyenle “iyi akşamlar” diyen yan yana yürür. Zaman kaynıyor!

İşin bilimsel kısmına gelirsek, Dünya’nın dönüş hızında meydana gelecek ciddi bir değişiklik gerçekten de gün uzunluğunu etkilerdi. Ama bu değişim, kolay fark edilecek bir şey değil. Şimdiden her birkaç yılda bir “artık saniye” ekleniyor. Yani böyle giderse torunlarımız “bir dakika aslında 61 saniyeydi bizim gençliğimizde” diyecek.

Battaniyelere sarınmış üç kişi ve bir çocuk, Netflix dizisi izlerken atıştırmalıklarla rahat bir akşam.

Gece ve gündüz de bu değişimden nasibini alır. 30 saatlik günlerde, sabah güneşi “biraz daha uyuyayım” modunda 9 saat süzülür. Akşamlar ise Netflix rekorları kırar. Dizi maratonu iki sezon birden biter. “1 oturuşta 13 bölüm?” diyene, “az uyumuşsun dostum” denir.

Uykulu ve şaşkın kalabalık, “Caution: Caffeine-Deprived Zone” tabelası önünde kahveyle ilerliyor.

Kahve severler için de işler kontrolden çıkar. Normal bir günde bile üç espresso içen insan, 30 saatlik bir iş gününde kablosuz şarjlı bir modda gezmeye başlar. Kafeler “7/24” değil, artık “7/30” yazmaya başlar. Latte’sini 5 vakte bölen insanları görürüz.

Tabii mesaileri de unutmamak gerek. Eskiden 09:00 – 17:00 çalışanlar, “09:00 – 21:00 arası çalışıyoruz ama hâlâ sekiz saat sayıyorlar” diye isyan eder. Sendikalar zamanla “vakit sendikası” kurar. “Zaman adaleti istiyoruz!” pankartlarıyla yürüyüş yapılır. Polis saati sorunca herkes gerginleşir.

Bilgisayar başında uyuyakalmış, alnında not kağıtları olan yorgun ofis çalışanları kahveyle dinleniyor.

Benim merak ettiğim kısım ise alarm saatleri! Zaten 5 dakikalık erteleme tuşu insanı hayattan soğutuyorken, 30 saatlik günlerde “15 dakika daha yatayım” deyip öğleye kadar geçenler artar. Sabahı kaçırmak artık tamamen mümkün olur; öğleden sonra kalkmak “gerçekten çalışıyor musun?” sorularına neden olur.

Peki sosyal hayat? Arkadaşınızla “yarın görüşelim” diyorsunuz ama onun günü 23 saat, sizinki 28! Tarih belirlemek turizm planına dönüşür: “Senin zaman dizinin saatine göre Salı, benim zaman koduma göre Çarşamba. En iyisi Zoom’dan halledelim…”

Sonuç olarak günlerin 24 saat değil de daha uzun ya da kısa olması, sadece saatleri değil sinirleri, kahve tüketimini ve hatta aşk mektuplarını bile etkiler. Çünkü zaman hayatımızın temel şeması. Biraz uzasa gevşeriz, biraz kısalsa darmadağın oluruz. Ama ne olursa olsun, çamaşırlar yine hafta boyu askıda kalır, o değişmez!


Not: Bu blog yazısı absürt ama sevecen hayal gücüyle yazılmıştır. Zamanı kontrol edemeyebiliriz, ama biraz gülümseyerek geçirebiliriz. Saat kaç olursa olsun kahkahanız tam vaktinde olsun!